İclal Aydın “Defter arasında kuruttuğumuz”

Şiir Defteri

Şimdi şu bardak altlıkları… Toprak… Kil.. Üzerindeki motifler… Alındığı gün… Sıcak bir öğleden sonra.. Girit… Pazar yeri… Kabak çiçeği satıyor yandaki tezgâhta yaşlı bir adam. Diğer tarafta ise ördüğü dantel masa örtülerini satan bir kadın…

O öğleden sonra çıkıp geliyor odama tüm rengiyle, kokusuyla, ışığıyla, turuncusu, sarısıyla… Apansız… Ayaklarımın acısını anımsıyorum. Her seyahatte, her gün yaşadığım klasik hikâye; ayağımı acıtan ayakkbıyı çıkartıp omzumdaki büyük çantaya atışım, yeni, rahat bir terlikle yoluma devam edişim… Topuğuma yara bandı uzatan o el…

Ama şimdi bu bardak altlıkları…

O öğleden sonra.. Kalbimdeki kısa kopuk cümleler..

Daha mutlu oluyor mu insan?

Daha, daha?

Daha özgür olunca, yaşamaya duyduğu vahşi iştah yerli yerindeyken, dinmeyen istekleri salıverince zincirinden, sahi daha mutlu oluyor mu?

Özgür ve mutlu mudur gerçekten özgür olan?

(Korumam gereken tek şeyin kişisel özgürlük olduğunu sandığım için mi hiç tamamlanmıyor kurmak istediğim en uzun cümlem… Ah, onlarca kez yarım kalan o cümlem…)

***

Elimdeki içi buz dolu bardak, o Girit hatırasının üzerinde terliyor şimdi. Bir damla kayıp gidiyor üzerinden. Vantilatör saçlarımı uçuruyor cılız cılız… Ensem terliyor yine de… Bardağa bakıyorum… Sehpayla temasını kesen kilden yapılmış bardak altlığına…

Yalnız, özgür, güçlü, güzel… Şimdilik… Kadınsan eğer “kimseye ihtiyacımız yok bizim, her işimizi kendimiz yaparız evelallah; kesilecek, verilecek hesabımız da yok işte bu yüzden, kaybolmayız, yıkılmayız” dediğin….

Yalnız, özgür, güçlü, yakışıklı… Şimdilik… Ve erkeksen eğer “kimseye bağlanma ihtiyacımız yok bizim, her işimizi yapacak bir gönüllü mutlaka çıkar, gönüllü çok olunca tek gönül yetmiyor birine bağlanmaya, e hesap vermeye de gerek yok bu durumda, izin vermezler kaybolmamıza, yıkılmamıza, bize bir şey olmaz çok şükür” dediğin..

Başarılı… Şimdilik.

Genç… Şimdilik.

Kadın – Erkek… Ne güzel duruyoruz karşı karşıya… Ne güzel koruyoruz, ne güzel kolluyoruz hayatlarımızı…

Bardağın üzerinden bir damla daha kayıp gidiyor…

***

Oysa aşk… Bir an için bütün bunlardan vazgeçtiğimiz… “Hani ya olursa” diye niyet ettiğimiz… Hani bir an için çocuksu bir inançla ellerimizi açıp kabule durduğumuz… Bir an için görmüş geçirmiş bir erdemle el uzatıp gönülden vermeye koyulduğumuz…

Aşk…

Bir küçük çıtırtıda eskiye dönmeye hazır, kabuğuna vurulunca içine kaçan kamplumbağa, bir hoyrat ayak sesiyle dikenlerini çıkaran kirpiye döndüğümüz…

Aşk…

Kimbilir hangi savaş yarasıyla hırçınlaşmış, göz gözü görmez meydanlardan çıkıp gelmiş eski savaşçıların yaraladığı bedenlerimiz ve inançlarımızla her geleni o eski savaşçı sandığımız…

Yaş ilerledikçe zorlaşan.

Zorlaştıkça azalan.

Azaldıkça yabancılaşılan.

Yabancılaştıkça inançsızlaşılan.

Aşk…

Hepimizin içindeki o koca özlem…

Üzerini kariyerle, ögürlüğe inançla, eyvallah etmez dik başlarla, kavgadan kaçmaz cesur yüreklerle, zımbayla, çiviyle, betonla örttüğümüz..

Aslında belki de… Çok önce değil hani, neredeyse daha dün… Yanıbaşımızdayken kabak çiçeği ile dantel masa örtüsü arasında, uzaklarda bir adada, bir öğle sonrasında fark etmediğimiz… Edemediğimiz…

“Defter arasında kuruttuğumuz…”

İclal Aydın..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İşlem Sonucunu Girin * Zaman sınırı tükendi. Lütfen CAPTCHA'yı yeniden yükleyin.